Bazılarının silahı sözdür, bazılarının çevresi, bazılarının ise kalemi. Benim için kalem, içimde birikenlerin dışarı çıkma yolu. Bugün yine yazmak istedim; çünkü insanın içinde taşıdığı ağırlık sustukça daha da çöker.
Son zamanlarda kendime hep aynı soruyu soruyorum: Hayat gerçekten bu kadar ucuz mu?
Depremden sonra ailelere biçilen tazminatlara bakınca…
Emekçinin hakkına verilen değeri görünce…
Hastanelerdeki dramları duydukça…
Kuş gribi paniğinde insanların birbirine değil de sadece hayvana gösterdiği hassasiyeti izledikçe…
İster istemez “Ucuzmuş galiba” diye düşünüyorsun. Güven azalıyor, umut küçülüyor, insan insana yabancılaşıyor.
Bu dünya büyük bir hapishane gibi… Bir köşesinde saltanat, başka köşesinde sefalet; öbür tarafında ise yağcılık kol geziyor. Yaşam, anlamla anlamsızlık arasında gidip gelen yorucu bir film…
Geçim sıkıntısı arttıkça, alay eden çoğaldıkça, kredi kartları hayallere kelepçeye döndükçe; insanın en yakınlarının bile sırtını dönmesiyle hayatın rengi daha da solar. Zenginin bahşiş niyetine verdiği laflarla övündüğünü gördüğünde için yanar. Yakınlarının her sözü iğne olup batmaya başladığında insanın içinde fırtına kopar.
Trafik kazalarında ölenlerin ardından verilen cezalar ise ayrı bir yara. “Göremedim, istemeden oldu” demek, kaybedilen canı geri getirmez. İnsan hayatının bedeli bu kadar hafif olmamalı. Çünkü bir beyin, bir can kolay yetişmiyor ama çok kolay kaybediliyor. Bu kayıpların açtığı yaralar da hiçbir zaman tam kapanmıyor.
Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insanların tehlikesi burada başlıyor. Ailesi yoksa, işi yoksa, seveni yoksa; geriye sadece umursamazlık kalıyor. Böyle insanlar, kendilerini yok ederken çevrelerini de beraberinde sürükleyebiliyor.
Bir adam vardı; hayatı boyunca kimseyi incitmemiş, kimseye yük olmamıştı. Ama her fırsatta birileri ona yük olmuştu. Sonunda kanser olduğunu öğrendiğinde, ölümün soğuk nefesi ensesini yaladığında fark etti: Kaybedecek neredeyse hiçbir şeyi kalmamıştı. Oturdu, onu ezen herkesin listesini çıkardı. İnsan bazen böyle bir karanlığa düşüyor işte. Çünkü yarın ne olacağını kendinden başka kimse bilemez.
Peki biz? Kaç kez kırıldık? Kaç kez kırdık?
“Affettim” dedik ama içimizdeki iz hiç silindi mi? Zannetmiyorum. Kalpler, yüzeyde düzelmiş gibi görünse de derinde hep o aynı yara var.
Gerçek arkadaşlık bugünlerde nadir bulunan bir mücevher gibi… Dinleyen, anlayan, sarıp sarmalayan kaç kişi kaldı? Çoğu, incir çekirdeğini doldurmayan öğütlerle ortadan kayboluyor.
Kötü huylu bir gençle ilgili o eski hikaye bunu güzel anlatır:
Babası ona çivilerle dolu bir torba verir. “Her kavga ettiğinde bu tahta perdeye bir çivi çak” der. Günler geçer, genç çivileri azaltır ve sonunda hiç çakmaz. Bu kez babası, “Şimdi kavga etmediğin her gün bir çivi çıkar” der. Tüm çiviler çıkar, ama tahtada delikler kalır. Babası şöyle der:
“Affetmek başka, iz bırakmamak başka. Kötü sözün açtığı delik hep kalır.”
Bizim kalplerimiz de işte böyle deliklerle dolu. Üstünü örtsek de hiçbir zaman eski haline dönmüyor.
Hoşça kalın…
Bilmeden kırdıklarım ve bilerek bizi kıranlar.
CENGİZ ÇETİK- FİNİKE - ANTALYA