Her sabah binlerce insan, evinden helalleşir gibi çıkıyor.
Bir kısmı geri dönemeyeceğini bilmeden…
Her sabah evden çıkarken söylediği “akşam görüşürüz” sözü, bu ülkede her zaman gerçekleşmiyor.
Kimi şantiyede, kimi madende, kimi tarlada kalıyor o sözün içinde
Adına “iş kazası” deniyor, sanki rastlantıymış gibi. Ama değil. Çünkü o şantiyede güvenlik filesi yoktu. O madende gaz ölçümü yapılmamıştı. O fabrikada yangın merdiveni kilitliydi. Ve bunları herkes biliyordu.
Her ölüm haberi aynı cümleyle geliyor: İş kazası.
Ama biz biliyoruz, bunlar kaza değil.
Bir yerde güvenlik önlemi alınmadıysa, denetim yapılmadıysa, işçi ucuza çalışsın diye göz yumulduysa, buna “kaza” değil, cinayet denir.
Her ölümden sonra aynı cümle:
Kader, takdir-i ilahi, ihmal yok.
Oysa o “takdir”in altına atılan imzalar belli.
İhmalin adı soyadı, şirket logosu, ihale numarası var.
Ne zaman ki o imzaların sahipleri, o koltuklarda oturamayıp adalet önünde hesap verir, işte o zaman belki gerçekten “kaza” denebilir.
Her işçi ölümünde geride bir anne kalıyor, bir çocuk, bir eş, bir baba...
Ve hepsi aynı cümleyi kuruyor: “O sadece ekmeğinin peşindeydi.”
Bir sabah bir başkası değil, senin kardeşin, eşin, baban ya da evladın dönmediğinde anlayacağız:
Kader değilmiş.
Bu, göz göre göre işlenen bir cinayetmiş.
Gerçek kalkınma, gökdelenlerle değil, işçiler eve sağ salim döndüğünde başlar.
Bir gün, hiçbir anne oğlunu işe gönderirken dua etmek zorunda kalmadığında, işte o gün gerçekten büyümüş olacağız.
Cengiz ÇETİK