Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
Köşe Yazarı
Mesut KARAKOYUNLU - Emekli Öğretmen
 

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ RESMİ İFADE İLE BİR

Türkiye'nin sancılı demokrasi tarihinde kara bir leke olarak yer alan kanlı 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 42 yıl geçti. Darbe sırasında 31 yaşında 8 yıllık öğretmendim. Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Birliği TÖB-DER'in Finike şube yönetimindeyim. O gün sabah yeni kalkmıştık, annemin açtığı radyoda yurttan sesler programında türküler değil marşlar çalınıyordu. Ne oluyor diye pencereden dışarı baktığımda, karşı komşumun işaret diliyle televizyona bak dediğini fark ettim. Televizyonu açtığımda, askerin yönetime el koyduğu anonsu yapılıyordu. Tam bu sırada evimin önünde ani bir frenle duran askeri araçtan inen polis ve jandarmalar binayı sarmış, silahlarını eve doğrultmuşlar, iki polis de "çabuk açın" diye bağırarak yumruklarıyla kapıya vuruyorlardı. Kapıyı açtığımda kollarıma giren polisler beni götürürken, annemin, "Oğlumu neden götürüyorsunuz?" çığlığına,  sert bir ifadeyle "Öyle gerekiyor" diye yanıt verdiler. Türkiye bir kaosun içine sürüklenmişti. Kamplaştırılmış toplumumuzda gençler her gün birbirini vuruyor, günlük 20-25 insanımız canından oluyordu. Tüm anneler, o günlerde,  ister sağcı ister solcu olsun çocuklarını okula, eşlerini işe uğurlarken Allah'a dua ediyorlardı, hiçbir çocuğun ve eşin başına bir şey gelmesin diye... Karakola getirildiğimde, pantolon kemerim ve ayakkabı bağlarım alındıktan sonra gözetim odasına atıldım. 2 metreye 3 metrelik odada 2 metre yükseklikte dar bir demir parmaklı pencere, kapıda dışardan açılıp kapanan bir gözetleme deliği vardı. Yerde hiçbir şey yoktu beton zemin dışında... Yere oturdum, kafamı ellerimin arasına aldım, daha neler olabilir, bu durumda nasıl davranmam gerekir, onu düşünmeye başladım. Birkaç saat sonra TÖB-DER yönetimindeki diğer arkadaşlardan Finike dışında evi olan Arif Gönen, Mustafa Akküçük, Naim Değirmencioğlu'nu da getirildiler. Bir ara fırsatını bulup, karakol komutanına, "Bizi burada neden tutuyorsunuz?" dediğimizde, verilen yanıt "Güvenliğiniz için" olmuştu. Kimi kimden koruyorlardı sol görüşlüleri sağ görüşlülerden, ülkücüleri devrimcilerden mi bunu anlamak mümkün değildi. Çünkü bazı ülkücü dernek yöneticilerini de bizlerle aynı gözaltı odasına tıkmışlardı. Bizimle birlikte göz altına alınan ÜGD Finike Başkanı M. K.'nin şu sözleri her şeyi açıklıyor; "Siz komünistleri topladılar bunu anlıyorum, komünistlerle mücadele eden biz ülkücüleri de gözaltına aldılar, hem de kendilerine yardımcı olduğumuz güvenlik güçler tarafından. Bunu anlayamıyorum." Aslında bu ülkücü, tahmin ettiğimiz ama 30 yıl sonra açıklanan itiraflarla kesinleşen bir gerçeği açığa vuruyordu. 12 Eylül 1980 öncesinde bütün fikir gruplarının içinde provokatörler vardı. NATO-Varşova paktı dengesini NATO lehine bozabilmek ve Türkiye yi elde tutmak için ABD tarafından birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de Gladio devreye sokulmuştu. Derin devlet yapılanmasına sahip bu örgütün ajan provaya örleri, aynı silahı, sabah bir gruba, öğleden sonra karşı gruba çeviriyorlardı. Böylece taraflar arasında kan davasına evrilen bir süreç başlattılar. Her gün  bu milletin bağrından 20-25 can, kana kan intikam duygularıyla köpürtülen vahşete kurban gitmeye başlamıştı. Çünkü; milliyetçilik ile devrimcilik emperyalizme, sömürüye karşı olduğu halde, bu iki kavramı ırkçılıkla ayrıştırarak savunan gençler, provokasyonlarla birbirine kırdırıldı. Dönemin İçişleri Bakanlarından Faruk Sükan ın açıkladığı "iti ite kırdırma politikası" planlanmasaydı, Türk gençliği birbirinin canını alacak şekilde birbirine düşürülebilir miydi? Böyle bir kaotik ortam yaratılmasaydı; Türk gençliğinin ABD'nin emperyalist sömürü düzenine karşı başkaldırısını yok edecek bir askeri darbe gerçekleştirilebilir miydi? Kavram olarak ite iti kırdırma ifadesini bize itici gelse de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine gerekçe yaratmak için üretilmiş bir politikanın adıdır.  CIA’nın Türkiye şefi olan Paul Henze 12 Eylül darbesini Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber verdiği darbe için uygulanan bu politika başarılı(!) olmuştur. Çünkü hala 12 Eylül 1980 kendisini yeniden yeniden üreterek sivil darbe döneminin önünü açmıştır. Daha açık söylemek gerekirse, nihai hedefi Türkiye'yi bitirmek olan 12 Eylül henüz bitmemiştir, ite iti kırdırma ilkelliğinde olmasa da kardeşi kardeşe kırdıracak bir mutasyonla devam etmektedir. Umarım; bu topraklarda yaşayan, toprak kardeşliği içindeki insanlarımızı birbirine kırdıracak bir ortama bu milletin sağduyusu izin vermez. Ülkemizde hızla silahlanan Selefilerin yaratabileceği kaotik bir çılgınlığa karşı toprak kardeşliğimizi güçlendirmek "iti ite kırdırma" acı tecrübesinden çıkaracağımız derslerle mümkündür diye düşünüyorum. İş işten geçtikten sonra "biz kardeştik, neden böyle olduk" demenin kıymeti olmayacaktır. Mesut Karakoyunlu
Ekleme Tarihi: 13 Eylül 2022 - Salı

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ RESMİ İFADE İLE BİR

Türkiye'nin sancılı demokrasi tarihinde kara bir leke olarak yer alan kanlı 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 42 yıl geçti.

Darbe sırasında 31 yaşında 8 yıllık öğretmendim.

Aynı zamanda Türkiye Öğretmenler Birliği TÖB-DER'in Finike şube yönetimindeyim.

O gün sabah yeni kalkmıştık, annemin açtığı radyoda yurttan sesler programında türküler değil marşlar çalınıyordu.

Ne oluyor diye pencereden dışarı baktığımda, karşı komşumun işaret diliyle televizyona bak dediğini fark ettim.

Televizyonu açtığımda, askerin yönetime el koyduğu anonsu yapılıyordu.

Tam bu sırada evimin önünde ani bir frenle duran askeri araçtan inen polis ve jandarmalar binayı sarmış, silahlarını eve doğrultmuşlar, iki polis de "çabuk açın" diye bağırarak yumruklarıyla kapıya vuruyorlardı.

Kapıyı açtığımda kollarıma giren polisler beni götürürken, annemin, "Oğlumu neden götürüyorsunuz?" çığlığına,  sert bir ifadeyle "Öyle gerekiyor" diye yanıt verdiler.

Türkiye bir kaosun içine sürüklenmişti. Kamplaştırılmış toplumumuzda gençler her gün birbirini vuruyor, günlük 20-25 insanımız canından oluyordu.

Tüm anneler, o günlerde,  ister sağcı ister solcu olsun çocuklarını okula, eşlerini işe uğurlarken Allah'a dua ediyorlardı, hiçbir çocuğun ve eşin başına bir şey gelmesin diye...

Karakola getirildiğimde, pantolon kemerim ve ayakkabı bağlarım alındıktan sonra gözetim odasına atıldım.

2 metreye 3 metrelik odada 2 metre yükseklikte dar bir demir parmaklı pencere, kapıda dışardan açılıp kapanan bir gözetleme deliği vardı. Yerde hiçbir şey yoktu beton zemin dışında... Yere oturdum, kafamı ellerimin arasına aldım, daha neler olabilir, bu durumda nasıl davranmam gerekir, onu düşünmeye başladım.

Birkaç saat sonra TÖB-DER yönetimindeki diğer arkadaşlardan Finike dışında evi olan Arif Gönen, Mustafa Akküçük, Naim Değirmencioğlu'nu da getirildiler.

Bir ara fırsatını bulup, karakol komutanına, "Bizi burada neden tutuyorsunuz?" dediğimizde, verilen yanıt "Güvenliğiniz için" olmuştu.

Kimi kimden koruyorlardı sol görüşlüleri sağ görüşlülerden, ülkücüleri devrimcilerden mi bunu anlamak mümkün değildi.

Çünkü bazı ülkücü dernek yöneticilerini de bizlerle aynı gözaltı odasına tıkmışlardı.

Bizimle birlikte göz altına alınan ÜGD Finike Başkanı M. K.'nin şu sözleri her şeyi açıklıyor;

"Siz komünistleri topladılar bunu anlıyorum, komünistlerle mücadele eden biz ülkücüleri de gözaltına aldılar, hem de kendilerine yardımcı olduğumuz güvenlik güçler tarafından. Bunu anlayamıyorum."

Aslında bu ülkücü, tahmin ettiğimiz ama 30 yıl sonra açıklanan itiraflarla kesinleşen bir gerçeği açığa vuruyordu.

12 Eylül 1980 öncesinde bütün fikir gruplarının içinde provokatörler vardı. NATO-Varşova paktı dengesini NATO lehine bozabilmek ve Türkiye yi elde tutmak için ABD tarafından birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de Gladio devreye sokulmuştu.

Derin devlet yapılanmasına sahip bu örgütün ajan provaya örleri, aynı silahı, sabah bir gruba, öğleden sonra karşı gruba çeviriyorlardı. Böylece taraflar arasında kan davasına evrilen bir süreç başlattılar.

Her gün  bu milletin bağrından 20-25 can, kana kan intikam duygularıyla köpürtülen vahşete kurban gitmeye başlamıştı.

Çünkü; milliyetçilik ile devrimcilik emperyalizme, sömürüye karşı olduğu halde, bu iki kavramı ırkçılıkla ayrıştırarak savunan gençler, provokasyonlarla birbirine kırdırıldı.

Dönemin İçişleri Bakanlarından Faruk Sükan ın açıkladığı "iti ite kırdırma politikası" planlanmasaydı, Türk gençliği birbirinin canını alacak şekilde birbirine düşürülebilir miydi?

Böyle bir kaotik ortam yaratılmasaydı;

Türk gençliğinin ABD'nin emperyalist sömürü düzenine karşı başkaldırısını yok edecek bir askeri darbe gerçekleştirilebilir miydi?

Kavram olarak ite iti kırdırma ifadesini bize itici gelse de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine gerekçe yaratmak için üretilmiş bir politikanın adıdır.

 CIA’nın Türkiye şefi olan Paul Henze 12 Eylül darbesini Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber verdiği darbe için uygulanan bu politika başarılı(!) olmuştur.

Çünkü hala 12 Eylül 1980 kendisini yeniden yeniden üreterek sivil darbe döneminin önünü açmıştır.

Daha açık söylemek gerekirse, nihai hedefi Türkiye'yi bitirmek olan 12 Eylül henüz bitmemiştir, ite iti kırdırma ilkelliğinde olmasa da kardeşi kardeşe kırdıracak bir mutasyonla devam etmektedir.

Umarım; bu topraklarda yaşayan, toprak kardeşliği içindeki insanlarımızı birbirine kırdıracak bir ortama bu milletin sağduyusu izin vermez.

Ülkemizde hızla silahlanan Selefilerin yaratabileceği kaotik bir çılgınlığa karşı toprak kardeşliğimizi güçlendirmek "iti ite kırdırma" acı tecrübesinden çıkaracağımız derslerle mümkündür diye düşünüyorum.

İş işten geçtikten sonra "biz kardeştik, neden böyle olduk" demenin kıymeti olmayacaktır.

Mesut Karakoyunlu

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seckinhabertv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.