Son yıllarda dünyada birçok şey değişti. Pandemi, enerji krizleri, siyasi gerilimler… Bunlar, küresel ekonominin dengelerini baştan aşağıya değiştirdi. Eskiden işlerin “gidişi” belli gibiydi ama şimdi her şey sorgulanıyor. Hangi ülkeler bu değişimden kazançlı çıkacak, kimler kaybedecek? Gelin, birlikte biraz göz atalım.
Uzun bir süredir herkes birbirine bağlıydı. Birçok ürün, dünyanın bir ucunda üretilip diğer ucunda satılıyordu. Ama pandemi, bu yapıyı ciddi şekilde sarstı. Çoğu ülke, özellikle de Batı, artık üretimlerini sadece tek bir yere, örneğin Çin’e, bağımlı hale getirmek istemiyor. Şirketler, her türlü krize dayanıklı, daha esnek tedarik zincirleri kurmanın peşinde. Yani, küreselleşme biraz yavaşlıyor ve yerini bölgesel ticaretin artmasına bırakıyor gün geçtikçe. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ve Çin ile Amerika arasındaki gerilimler, sadece politik değil, ekonomik olarak da dünyayı etkiledi. Örneğin, Avrupa, Rusya’ya bağımlılığını azaltmaya çalışırken, yeni enerji kaynakları arayışına girdi. Bununla birlikte, Çin, kendi ekonomik gücünü artırmak için büyük yatırımlar yapıyor ve dünya ekonomisinde daha fazla söz sahibi olmaya çalışıyor. Bir yandan da, Rusya, Batı'nın yaptırımlarına karşı yeni pazarlar yaratmak için farklı ekonomik stratejiler geliştirdi. Dünyadaki eski ekonomik güçler, artık kendi hâkimiyetlerini her alanda sürdüremiyor. BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) gibi ülkeler, özellikle gelişen ekonomilerde alternatif bir düzen kurmaya çalışıyor. Bu ülkeler, Batı’nın tekeline dayalı küresel finans sistemini sorguluyor ve kendi ekonomik yol haritalarını çiziyor. Mesela, Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi, sadece ticaret yollarını değil, dünya ekonomisinde yeni bir denge yaratmayı hedefliyor.
Hangi ülke daha iyi teknolojiye sahip olursa, o ülke gelecekte daha güçlü olacak. Artık üretimin kalitesi, daha az iş gücüne değil, daha fazla teknolojiye dayanıyor. Otomasyon, yapay zeka ve dijitalleşme gibi alanlar, ekonomileri şekillendiren başlıca faktörlerden biri haline geldi. Bunun yanı sıra, çevreye duyarlı üretim ve sürdürülebilirlik, ekonomilerin öncelikleri arasında yer alıyor. Avrupa, karbon salınımını azaltan yeşil teknolojilerle kalkınmayı hedeflerken, diğer ülkeler de bu yeşil dönüşüme ayak uydurmak zorunda kalacak. Dünya artık hızlı ilerleyip değişiyor bu değişimin gerisinde kalanlar sadece yavaşlamıyor, adeta düşüyor. Özellikle geleneksel sanayiye bağımlı, düşük katma değerli üretim yapan ülkeler, küresel rekabette geride kalıyor. Teknolojik altyapı yetersizse, nitelikli insan gücü eğitilemiyorsa, o ülke ne kadar zengin kaynaklara sahip olursa olsun avantajını yitiriyor.
Aynı şekilde savaşlar, siyasi istikrarsızlık ve kapalı ekonomik modeller de küresel entegrasyonun dışında kalmayı getiriyor. Bu da doğrudan kayıp demek. Gelişmekte olan birçok ülke, ekonomik belirsizlik ve borç yükü altında ezilirken, gelişmiş ülkelerin parasal sıkılaştırma politikaları bu baskıyı daha da artırıyor. Artık mesele büyük olmak değil; hızlı uyum sağlamak. Bir teknoloji geliştirmeye beş yıl harcamak, onu piyasaya sürdüğünüzde demode kalmanız anlamına gelebilir. Bu yüzden inovasyonun ritmini yakalayabilen, eğitim sistemini geleceğe göre tasarlayan ülkeler kazanacak.
Bugün Hindistan'ın yazılım sektörüyle, Güney Kore’nin teknoloji ihracatıyla öne çıkması tesadüf değil. Bu ülkeler klasik ekonomik kalıpları yıkıp kendilerine özgü kalkınma modelleri oluşturdu. Başarı da tam burada saklı: Taklit değil, özgün uyum.
Küresel ekonomi, klasik tanımlarla açıklanamayacak kadar karmaşık bir döneme girdi. Güç dengeleri değişiyor, kartlar yeniden dağıtılıyor. Kazananlar; değişimi öngören, esnek, dijitalleşmiş ve çevreci politikaları merkeze alanlar olacak. Kaybedenlerse geçmiş başarılarla avunan, konfor alanından çıkmayanlar.
Artık sadece “büyüme” değil, nasıl büyüdüğümüz önemli. Çünkü bu yarış, hızla değil, yönle kazanılacak. SAYGILARIMLA…
FERHAT DOLAŞ