
Çocukluğumun Finike'sinden HİKÂYELER dizisinden okumayanlar için tekrar...
Biliyorum herkesin yaşantısında benzer unutulmaz hikâyeler vardır, birileri hatırlatınca yazıya dökülüveren...
Benim Balkçı Gara Mustafa hikâyem de böyle birşey işte!
Unutulmasın diye zaman zaman paylaşıyorum.
Rahmetli Kerim Dalgakıran...
Balıkçı bir ailenin balıkçı en küçük oğlu...
Aynı mahallede büyüdük, oyunlar oynadık,sıklıkla da balık tutmaya gittik. Balıkçılığın yanında küçük tekne kaptanlığı yapan Kerim, balıkçılıktan değil ama kaptanlıktan emekli oldu.
O günlerde balıkçı olup da içmeyen yoktu...
O, ailede içki içen ama küfelik olmayan iki kardeşten biriydi....
Kerim'in babası Mustafa amca balıktan gelip, parasını önceden aldığı balıkları madrabaz a verdikten sonra çıkıntı balıkları pişirip, teknede kendine çilingir sofrası kurar, gecenin yorgunluğunu içerek gidermeye çalışırdı.
O gün iyi balık rast geldiyse sofrada rakı yerini alırdı. Rakı alacak para kazanmadıysa İspirto zuladan çıkar sofradaki yerini alırdı.
Muhabbeti, denizin kıyıya vurarak çıkardığı seslerle idi...Bazen bu sese söylediği şarkıyla eşlik ederdi...
Her balık dönüşü haklarını verdiği kediler, bu konserin izleyicileriydi.
Bu keyif, sızıncaya kadar devam ederdi.
Üç tekerlekli bisikletiyle eşya taşıyan tanıdığı Turgut aganın rutini olmuştu, sızan Mustafa amcayı arabaya koyup, evine yakın bir yere kadar götürmek.
Mustafa amcayı evinin önüne kadar götüremezdi, arabanın gittiği yere kadar götürür, dağın yamacındaki eve, 'Meryem teyze gel, emanetini al', diye seslenir. Meryemce elinde bir küfe ile gelir, kocasını içine koyduğu küfeyi sırtlayıp, eve götürürdü.
O zaman bu yadırganmazdı, ayıp da karşılanmazdı...
Mustafa amcanın kendinden başka, bir de küfeyle onu taşımayı görev bilmiş karısı Meryem teyze dışında kimseye eziyeti yoktu.
Bu bir yaşam tarzıydı, onu yaşıyordu.
Yanılmıyorsam öldüğünde 90'lı yaşlardaydı.
Bu hikâye nereden mi aklıma geldi?
Mustafa amcanın torunu, Atilla Ada, rakı, birkaç parça kalamar kızartması, yanında turşu, soğan ve bir somun ekmekten oluşan mütevazi çilingir sofrası kurmuş, fotoğrafını çekip face'de paylaşmış.. Bu paylaşımın altına "Yarasın Atilla" diye yorum yapmıştım.
Atilla verdiği yanıtta; "Teşekkür ederim Hocam, dede mirası işte!" yazmış.
Çok yıllar önce öğrencim olan Atilla'nın bu ifadesi beni, dayısı rahmetli Kerim'e, küfelik oluncaya kadar için dedesi Mustafa Amcaya götürdü, çocukluğumuzun bir anısını paylaşma fırsatı verdi.
Bir de, ayrışmanın olmadığı, kimsenin kimseyi dışlamadığı, yaşam biçimlerine karışmadığı, yerleşik hayat kadınlarını bile olduğu gibi kabul edildiği, bugün arayıp bulamadığımız toplumsal hoşgörünün hakim olduğu günlere götürdü.
O günler geçmişimizin bir parçası, ama ayrımsız insan ilişkileri asıl özlemimiz mi ne!?
Mesut Karakoyunlu