Sıradan bir insan olarak farklılığım; çok yetenekli veya çok zeki olduğum için değil; merakım, isteğim ve önüme çıkan fırsatları değerlendirme şansı bulmam, o kadar!
Bunun için deneyimlediğim süreçlerden ve etkilendiğim kişilerden söz etmek zorundayım.
1959 yılında, ilkokul 4. sınıfta, Köy Enstitülü bir öğretmenin öğreticisi olmak, bendeki okuma isteğini tetikleyen eden önemli bir tecrübeydi. Öğretmenimiz Hasan Özdemir'in bize kazandırdığı okuma keyfi ve ayrıcalığı tek bulabildiğimiz ders kitaplarındaki konuları yutarcasına okuyarak derslerimizde başarılı olmamızı sağladı.
Yaşımıza uygun kitabın zor bulunduğu o yıllarda aynı durumda olan arkadaşlarla elimize geçen okunmuş gazetelerin haberlerini okuyarak, bulduğumuz farklı gazeteleri değiş tokuş yaparak okuma açlığımızı giderebiliyorduk.
Bu sıralarda Cami imamı İbrahim Hafız'ın önünde diz çökerek rahle eğitimini tamamladık. Anlamadığım bir dilde, bilmediğim Kur'an dilini okumak, okuyanlara bir şeyler öğretmiyordu ama sadece manevi haz veriyordu. Hoca tarafında verilen İlmihal bilgeleri yanında büyüklere saygı ve biat dışında hayata dair pek bir şey verilmiyordu. Allah sevgisi, insan sevgisi değildi küçücük yüreklerimize yüklenen; ona dokunma günah, şunu yapma haram, bunun cezası cehennem, aman dikkat cin ve şeytan çarpar korkuları idi.
Yine de şanslı sayılırdık, o gün, bugünkü kadar güçlü ve yaygın olmayan tarikat ve cemaatlerin elinde beyinlerimiz yıkanmadığı için...
Ortaokula gönderilmediğim yıllarda yazları Elmalı'ya çıkardık.
Babamın babasının okuduğu medresenin önündeki şadırvanda abdest almak, dedemim ben doğmada önce fahri imamlık yaptığı Ömer paşa camiinde namaz kılmak farklı bir duygu yaşatsa da Yeşil Elmalı Gazetesi matbaasındaki faaliyet benim daha çok ilgimi çekiyordu.
Haber ve köşe yazılarının kurşun harflerle dizilişi, sayfa kalıbına yerleştirilip baskı makinesine sürülüşü, makinenin baskı sırasındaki çıkardığı şakırtılı şıkırtılı o ses ve boş kâğıtların gazeteye dönüşmesi... Bana inanılmaz yoğunlukta heyecan veriyor, gazete faaliyetinin bir parçası olma isteğimi kamçılıyordu.
Hemen hemen her gün Karyağdı Mahallesi'ndeki evimize yakın olan tek katlı Yeşil Elmalı Gazete binasının önünde durup içeriyi seyretmeye sanki abone olmuştum.
Birgün, merakımı ve heyecanımı fark eden gazete sahibi Ömer Sivrikaş beni yanına çağırdı ve burada çalışmak ister misin, diye sordu; dünyalar benim oldu. Nikah memuruna eveet, eveeet, diye onay veren damat adayı gibi heyecanımı abartarak işi kabul etmiştim. Bu yoğun isteğimi gazeteci refleksiyle yakalayıp, ifade eden Ömer amca, Bu nikâh kıyıldı, yarın sabah gel, işe başla, dedi. O gece sabaha kadar uyuyamamıştım, yaşayacaklarımı düşünmekten...
Gazete binasında süpürgeli temizlikle başlayan işime birkaç gün sonra bozulan gazete kalıplarındaki harfleri çekmecelerdeki yuvalarına koymakla devam ettim.
Böylece, kısa sürede hangi harfin hangi kutuda olduğunu ezberime kaydetmiştim.
Bir haberin veya köşe yazısının seri bir şekilde kumpasa dizilerek kalıp için hazırlanması pratik gerektiriyordu. Çünkü dizgici abi, gözü sol elinde tuttuğu, sanki göz olmuş sağ eli, seri bir şekilde yuvalarından çıkardığı kurşun harfleri, kumpasa yerleştirerek; kelimelere, cümlelere ve yazıya dönüştürüyordu.
Birgün, bozulmuş kalıplardan çıkan kurşun harflerin her birini kendi kutularına dağıttım, baktım içerde dizgici yok, aldım elime kumpası, masanın üzerinde bekleyen bir haber metnini dizmeye başladım.
Yazıyı tamamladım ve masa üzerinde hazır bulunan kalıba yerleştirdim. Bu sırada içeri patron Ömer amca girdi. Yazıya baktı, kalıptaki yerine baktı, sonra da şaşkın şaşkın yüzüme baktı; Sen mi dizdin bu haberi, dedi. Evet ben yazdım, dedim. Tekrar kalıba yüzünü döndü ve yazıyı okudu, üç yanlış buldu. Bu kadar hata kadı kızında da bulunur, dedi ve Sen artık dizgici yamağısın, diyerek iki hafta içinde ilk terfimi geçekleştirdi. Artık dizgici yamağı olmuştum.
Birkaç hafta içinde, gözüm sol elimde tuttuğum kumpasta… Sağ elim, çekmecenin kutularındaki harfleri görüp, alıp yazıyı oluşturmaya başladı.
Ustam kadar olmasa da hata payı az ve çok seri bir şekilde olmasa da kumpasa dizdiğim harflerin oluşturduğu yazıları basılacak şekle dönüştürmeye başladım.
Hatta ustam, başıyla olur verdiğinde hazırladığım haber yazılarının kalıpta mizanpajını yapmaya bile başlamıştım.
Patron Ömer amca ilk ücretimi verdiği ay sonunda, Mesut bu haftaki köşe yazımı sen dizeceksin ve sayfa kalıbındaki her zamanki yerine yerleştireceksin, dedi.
Ömer amcanın bana duyduğu güven öz güvenime zirve yaptırmıştı. Bu inanılmaz güven duygusu, verdiği paranın yanında çok daha değerliydi benim için...
Hatırımda kaldığı kadar, yerel bir konuyu işlediği köşe yazısı metni dizgi masasına geldiğinde dizgi ustası abi, Hadi Mesut göster kendini, dedi. Kumpası sol elime yerleştirirken heyecandan tireyen vücudumu sakinleştirmek için derin bir soluk aldım ve kurşun harfleri kumpasa dizmeye başladım. Ustamın göz ucuyla beni izlediğini fark edince gülümsedim, o da.. iyi gidiyor anlamına bir gülümsemeyle onay verdi.
Yazıyı köşe yazı formatında masa üstü yaptım, metal plakalarla çerçeveledim. Ana sayfaya yerleştirmeden önce ustamdan son bir kontrol yapmasını istedim. İnceledi, yanlış birkaç harf buldu, o kadar, eliyle mükemmel işareti yaptı. Yanlış harfleri düzelttim ve patronun köşe yazısını ana sayfadaki yerine koydum.
Ertesi gün kalıba alınmış sayfalar baskıya girdi, baskı makinesi manüel çalıştırılarak ilk basılmış numune gazete son bir kontrol için gözden geçirildi. Redakte edilen sayfa kalıpları küçük düzeltmeler sonunda tekrar makineye takıldı ve şalter aşağı indirilerek makina şakırt şıkırt şakırt şıkırt çalışmaya başladı, baskı makinesi hızını arttırdıkça bu ritme kapılan yüreğim küt küt küt göğüs kafesimde hissedilecek şekilde atmaya başladı, sanki dışarı fırlayacakmış gibi...
İlk gazete, mürekkep kokusu saçarak birikme yerine indiğinde, elime aldım, Ömer amcanın yazısını, eserimmiş gibi okumaya başladım. Saatlerce elimden düşmeyen gazeteyi kaç kez okuduğumu bilmiyorum.
O gün işi bitirip, eve giderken, sanki yazıyı dizen değil yazan benmişim gibi bir havaya girmiştim.
Bu duyguyla, gazete koltuğumun altında eve geldim, akşam yemeğini nasıl yediğimi hatırlamıyorum. Yatağıma girip, başımı yastığa koyup gözlerimi kapadığımda, gazeteci ve köşe yazarı olma hedefi tüm benliğimi sarmış, en büyük hayalim olmuştu, 13 yaşında bir çocukken...
Mesut Karakoyunlu