Hayata bir sabah "günaydın" dersin. Gelirsin bu garip dünyaya... Ağlayıp sızlayan bir bebeksindir ana kucağında.
Sonra gelir okul çağın. Elinde bir çanta, düşersin yollara. Yıllar geçer, büyürsün adım adım. Ardından bir gün âşık olursun. Yanarsın bir sevgi uğruna. Türküler, şarkılar yakarsın ardına. Yollara düşersin, bir bilinmezin peşine.
Gün gelir asker olursun. Yeminler edersin. Gözlerin panter gibi parlar, çakmak çakmak. Meydan okursun yan bakanlara. Gençtir yüreğin; her şeye karşı kör ve cesur...
Sonra hedefler koyarsın kendine. Yol çizersin. Ya ün, ya sevda, ya özgürlük ya da uşaklık dersin. Bazen kavgacısındır, bazen uysal bir suskun.
Bazı insanlar vardır; üç kuruşa satar onurunu. Bazı insanlar da vardır; toprak, iş ya da eş uğruna canını koyar ortaya. Ama biz bırakalım bunları da gelelim asıl muhabbete.
Gün gelir orta hallenirsin. Allanırsın pullanırsın. Ve göbeklenirsin. Balıklarla, kırmızı etlerle, tavuklarla beslenirsin. Semiz ve tombul, yüzü geniş, göbeği belirgin bir orta yaş figürüne dönüşürsün. Saçın sakalın coşar, arkadaşların ve çocukların çoktan belirlenmiştir. Sözün de bellidir, özün de. Oturaklı bir oturan boğasındır artık. Gözlerin çaktırmadan kayar sağa sola. Fark edilirse “pardon” dersin. Edilmezse... Her şey normaldir zaten.
Yaş kemale erince, sözler dökülür tane tane. Bakışlar da öyle. Mahcup ve ürkektir çocukça duygular. Sözler belli, gözler bellidir. İner yavaşça aşağıya doğru.
Yıllar geçer, yıllar tüketir. Artık ne giyersen odur modan. Saçların ağarmış, gözlerin çökmüştür. Tek tük dişlerinle sırıtır kuru kellen. Kulak bir duyar, bir duymaz. Ya da duysa da duymazlıktan gelir bazen. Eski tanıdıkların sana yakın, yenilerse hep biraz uzak durur.
Şöyle bir geriye dönüp bakarsın: "Nereden nereye geldik?" dersin. Neler yaşamışsın, neler kazanmış ya da kaybetmişsin... Bebekliğin, gençliğin, yaşlılığın; her biri bir aşama olmuş hayat merdiveninde. Sevinçlerin, hayal kırıklıkların, başarıların, üzüntülerin, aşkların, kinlerin, işin gücün... Hepsi bir film gibi geçer gözlerinin önünden.
Bir aynaya bakarsın, bir de ruhundaki yaşına. Bir kalbine bakarsın, bir de aynadaki yabancıya. Bir zamanların heybetli delikanlısı, şimdi sıska bir beden, kuru bacaklar... Konuştukça çıkan o kalın erkek sesiyle, çevrende dolaşan çocukların cıvıltısı arasında garip bir tezat oluşur.
Düşünürsün. "Nereden nereye gelmişiz birader?" demekten kendini alamazsın. Bazen de şans oyunlarına yıllarca akıttığın paralar gelir aklına. Her oyunda büyük hayaller kurmuş, her çekiliş sonunda kumdan kulelerini yıkmışsındır. Buzdan heykeller gibi gözünde muhteşem duran düşlerin, bir bir çözülüp gitmiştir. Yıllar tükenmiştir. Sen ise hâlâ hayallerin peşinde küçük zaferler ararsın.
Derken, o beklenmeyen an gelir. Bir ikramiye çıkar. Dizlerine vurur, dövünürsün. Sonra durup düşünürsün: "Bu yaştan sonra gelen parayı ne yapayım?" dersin. "Veririm..." diye geçirirsin içinden. Ardından sırtını bir duvara yaslayıp, veryansın edersin. Suçluyu ararsın, hayatının suçlusunu. Ve çoğunlukla kendini bulursun.
İkinci çocukluk başlar. Unutkanlıklar artar, farkında olmadan. Dişin kalmamıştır. Gözlerin sönük, çökmüş. Zevkler silinmiş, tatlar gitmiştir. Bir tutam ele, bir lokma aşa muhtaçsındır artık. Beklersin... "Gelsin son nefes, bitsin şu film" dersin bazen.
Evet... İşte böyle bir yoldur hayat. Bazılarına engin denizler sunar, bazılarına bir kaya kovuğunu bile çok görür.
Ama ne olursa olsun... Siz siz olun: Onurlu olun. Sevgiyle kalın. Sözünüz öz, sevginiz yüce olsun. Hayatınız güzel, geleceğiniz aydınlık olsun.
CENGİZ ÇETİK